PSİKANALİTİK EKOL NEDİR?
Psikanalitik ekol, Sigmund Freud tarafından geliştirilen, bilinçdışı süreçlerin insan davranışları üzerindeki etkisini inceleyen bir psikoterapi yaklaşımıdır. Freud’un bu alandaki çalışmaları, zihinsel işlevlerin bilinçli ve bilinçdışı süreçler tarafından şekillendirildiğini ileri sürer. Psikanaliz, bireylerin bastırılmış dürtüleri, çocukluk yaşantıları ve bilinçdışı süreçleri açığa çıkararak, bu faktörlerin günümüzdeki davranışlarını nasıl etkilediğini anlamayı amaçlar (Freud, 1923).
Psikanalitik psikoterapi, Sigmund Freud’un keşfettiği psikanalitik kuramdan doğan ve psikanalizin temel ilkelerini benimseyen bir terapi yöntemidir. Freud’un işaret ettiği bilinçdışı süreçlerin varlığını kabul eder, ruhsallığın oluşumunda ve çatışmalarında bu süreçlerin etkisi olduğunu varsayar. Amaç, bilinçdışında olanı serbest çağrışım, rüyalar, dil sürçmeleri gibi sızma yolları sayesinde bilinç düzeyine getirmektir. Böylece kişi, dirençlerinin ve tekrarlayan yaşantıların farkına varıp iç görü kazanabilecektir. Kazanılan bu iç görü neticesinde istenmeyen örüntüler kırılabilir. Kişi, kendi ruhsallığının daha önce farkında olmadığı yanlarıyla yüzleşerek hayatının sorumluluğunu ve kontrolünü üstlenebilecek, yaratıcılığını ve işlevselliğini besleyebilecektir.
Psikodinamik terapi diye de adlandırılabilen bu yöntemde sıkılıkla geçmiş yaşantı ve ilişkilerle çalışılmaktadır. Kişinin kendi tarihindeki önemli anlar ve olaylar, terapist ile kurulan aktarım ilişkisi içinde yeniden işlenir. Rüyalar da bu yöntemde sıklıkla değinilen ve yorumlanan bilinçdışı unsurlardan biridir. Terapist tarafsız, yargısız, mümkün olduğunca nötr bir duruş sergiler. Böylece terapist ile hasta arasında kurulan karşılıklı ilişki, hastanın ruhsallığını yansıtabileceği bir alan hâline gelir.
Etik kavramlar ve çerçeve, psikanalitik psikoterapi içinde özel bir yer edinir. Görüşme süresi, biçimi, ücreti gibi konular seans çerçevesini oluşturur ve terapist ile hasta arasındaki anlaşma ile belirlenir. Psikanalitik psikoterapi diğer yöntemlerle kıyaslandığında uzun soluklu sayılabilen bir süreçtir ve bu süreçte sağlıklı bir terapötik ilişki için etik kurallara dayanan bir çerçeveye karşılıklı olarak uymak önemlidir. Seanslar genellikle haftada bir veya iki kerelik bir süzenle ilerlese de terapi süresi, içeriği ve sıklığı kişiye göre değişmektedir.
Psikanalitik psikoterapi, konuları hastaların kendi ritmiyle ele alır. Terapist sessizlikler ve kısa yorumlarla hastaya alan açar ve ona eşlik eder. Özellikle içsel süreçler hakkında farkındalık kazanmak, ilişkilerini ve yaşam örüntülerini sorgulamak, somatik semptomların altında yatan çatışmaları bulmak, köklü sorunları çalışmak, ruhsallığını güçlendirmek ve kendini daha iyi tanımak için uygun bir yöntemdir.
Projektif Testler Nedir?
Projeksiyon, “yansıtma” anlamına gelir. Projektif testlerde kişilere mürekkep lekeleri ya da resim gibi yapılandırılmamış, ucu açık çeşitli uyaranlar verilir. Testi alan kişinin bu uyaranları yorumlarken test malzemeleri aracılığı ile iç dünyasını yansıttığı farz edilir. Bu testlerde doğru ya da yanlış cevaplar bulunmaz, görülenler ve yorumlar kişiye özgüdür. Cevaplar, testörün ekolüne göre değerlendirilebilir. Psikanalitik kuram, projektif testleri değerlendirirken en sık başvurulan perspektiflerdendir.
Projektif testler, ruhsallığın tanınması ve değerlendirilmesinde kullanılabilen son derece etkili yöntemlerdir. Kişilerin savunma mekanizmaları, nesne ilişkileri, ruhsal yapılanmaları, kendilik algıları, içsel çatışmaları gibi konularda detaylı bir tablo çizebilirler. Genellikle psikoterapötik değerlendirmede, hastanelerde, bazı adli süreçlerde ve ruhsallığa dair çeşitli akademik araştırmalarda kullanılmaktadır. Yorumlama ve raporlama için uzmanlık gerekmektedir.
Projektif testlerin en yaygın kullanılanları Tematik Algı Testi (TAT) ve Rorschach testidir.
Mürekkep lekelerinden oluşan Rorscach testi, Hermann Rorscach tarafından, Freud’un rüya çalışmalarından yola çıkılarak geliştirilmiştir. Testi alan kişiden kartlarda gördüklerini anlatması istenir. Lekeler uzun araştırmalar sonucunda standardize edilmiştir ve kartlarda görünenler kişiye özeldir.
H. A Murray ve C. D. Morgan tarafından TAT ise insana ait çeşitli durumların resmedildiği kartlardan meydana gelmektedir. Testi alan kişiden her bir kart için bir hikaye anlatması istenir. Değerlendirme, uzmanın gözlemlerine göre gerçekleştirilir.
Rorschach ve TAT birbirilerini tamamlayan testlerdir ve kişi hakkında daha zengin bir fikir edinebilmek için klinikte genellikle birlikte kullanılırlar.